Kendimi Seviyorum videosunda Yıldırım,
hissetmemiz gerekenler hakkında âhkam kesen, samimiyetsiz pozitifliğin
karşısında, gündelik hayatında maruz kaldığı düşmanca söylemleri aynanın
karşısında tekrar eder. Birbirine zıt iki önermeyi, hemen her gün deneyimleyen
insanın benliğini içselleştirir. Sorunlu insan ilişkilerinin dağıttığı, yok
ettiği ve hiçleştirdiği benlik ‘kendini sev’ cümleleri ile olumlanır. Sanatçı bu
cümleleri ayna karşısında tekrar ederek, kendine dolaylı bir “şefkat” gösterir.
Akma Denemeleri videosunda sanatçı travma sonrası verilen tepkilerden biri olan
donma halini doğada akan suların yönüne bedenini bırakarak ve suyun
hareketlerini özümseyerek çözmeye çalışır. Donma halinden çözülmeye ancak bir
aşk yardımıyla geçilebileceğini dile getiren şiirsel metin, sanatçının
performatif videosuna eşlik eder.
Yıldırım’ın medyada sıklıkla yer alan zayiat haberlerini işlediği serginin üst
katında izleyiciyi, kayıpların bir güce karşı teslimiyeti ve hayatın her
alanında hüzünlü bir şekilde var olduğunu hatırlatan tuvaller karşılar.
Kayıpların siyasi mekanizmaya direkt veya dolaylı bağları, yitirilenleri zaman
içinde toplum nezdinde olağan kılar. Benzer tutum, Roboski’de öldürülen otuz
dört kişinin gözlerinin örüldüğü göz bantlarından oluşan Takip çalışmasında da
izlenebilir.
Davanın takipsizlik kararıyla sonuçlanması ve otuz dört
canın adalet arayışının altını çizen yerleştirme, bu gözleri üstümüze dikerek,
hak arayışının bitmeyeceğini ve üstümüzdeki vicdani yükün ağırlığını anımsatır.
Kayıpların sadece bir sayıdan ibaret olduğunu açığa vuran Bilanço videosu
yaşanan felaketlerin giderek artan kayıpların çetelesini tutar. Kayıpların
niteliksizleştirildiğine başka biçimde bir vurgu yapan çalışma ise sanatçının
Hiç Kimsenin Ölümü sergisinin kataloğu olan; Gözden Geçirilmiş İkinci Baskı
yayınıdır. Bilanço videosunun hüzünlü eşlikçisi olan yayın, bu kez üçüncü
sayfadaki ölüm haberlerini odağına alır. Sanatçının haberlerde geçen kişileri
portreleştirdiği seri, yayında haberlerin tekrar yorumlandığı bir dizgiyle
karşımıza çıkar.
İkinci katta bulunan yitirilen tüm hayatların temsili, mekân boyunca izleyiciyi
takip eden Kan İzi çalışmasıyla vücut bulur. Siyasi bir cinayetin üstünü
kapatmaya çalışan otoriteyi, ‘Belkıs’ın saç örgüsünü’ büyük boyutlarda yaparak
eleştiren Yıldırım, sergi boyunca izleyiciyi takip eden örgüyle zulmün
yaşadığımız her anda olduğunu yineler.
Bireysel açmazlarla toplumsal sorunların bir özetini sunan “Geceden Kalma Bir
Şey” sergisi Yıldırım’ın Yalnızlık Her Sabah performansı ile hem mekânı hem de
serginin temasını bir paydada buluşturacak. Arkadaş Zekai Özger’in ‘Bir Gün
Sevişmeyi Bana’ şiirinden bir bölümü performansı ile yeniden işleyecek olan
sanatçı, tüm olumsuzluklara rağmen insanın yeni ve umutlu bir güne uyanışını,
karanlıktan aydınlığa geçişi sergiye ve performansına yansıtır.
“Geceden Kalma Bir Şey” sergisi ve sanatçının gerçekleştirdiği Yalnızlık Her
Sabah performansı Zilberman ve Bilsart iş birliği ve desteğiyle yapılmıştır.
Performans videosunu izlemek için
tıklayınız.
Eşref Yıldırım, Geceden Kalma Bir Şey’e Dair
İnsanın kendini sevmesi başlı başına bir hakken başta toplumsal cinsiyet
inşaları olmak üzere her türlü belirlenimci yapı önce benliğe kendini sevmemeyi,
hatta kendinden tiksinmeyi öğretir, sonra da hakkı olan kendini sevmeyi bir
lütuf olarak sunar. Bu lütufla ‘’kendini sevmek’’ bir tür dayatmaya dönüşeceği
için benlik, inşa edilerek alıştırıldığı yerden değil, kırgınlığının varlığını
unutturmak istemediği yerde kendini konumlandırır. Çünkü ‘’kendini sevmemek’’
kırdığı yerlerde öyle yaralar açar ki benlik, zamanla oradan başka sığınabilecek
bir oyuk bulamaz. Neyi istemediğini bilme özgürlüğü gibi kendini sevmemek de
benliğin panzehri misali bu iki yüzlü döngüde kırılganlığı bir direniş haline
getirir. Bu direniş artık ‘’Kendini sev’’ dayatmasına karşıdır ve kendini
sevmemek her türlü belirlenimci yaklaşımı aşıp, ‘’Velev ki Ben’im ve kendimi
sevmiyorum’’ gibi Ben’in biricik haliyle var olma mücadelesine dönüşür.Eşref Yıldırım’ın 12 Mayıs 2022’de Bilsart’ta açılacak olan ‘’Geceden Kalma Bir
Şey’’ sergisinde yer alan ‘’Kendimi Seviyorum’’ adlı video çalışması da bu
yakınlıkta durur. ‘’Kendini sev’’ lakırtısını performansta, ‘’Kendimi
Seviyorum’’ cümle tekrarlarıyla izleriz. Tekrarlar ‘’Velev ki Ben’im ve kendimi
sevmiyorum’’u var eden oynak bir ironiyle yansıtılır. Bu ironide ayna
metaforuyla her türlü yersiz yurtsuz bırakmaya çalışışın karşısına geçilerek
sert bir yüzleşme yaşanır. ‘’Kendini sev, Kendini sev, Kendini sev, Kendini
sev!,….’’ aslında yıkıcı sonuçlarıyla süregelen tokatlamalardır. Kimi zaman bir
anlığına bile aynaya bakarak varlığını hatırlamak istemeyen beden, bu
yüzleşmedeki paflamayla duyularının belleğine de kazınmış olan yaraların
intikamını almak ister.
Eşref’in çalışmalarında sıklıkla
karşılaşabileceğimiz duyuların belleğini açığa çıkaran etkilerin bedene ve Ben’e
yansımasını yine ilk katta yer alan ‘’Akma Denemeleri’’ çalışmasında daha sakin
bir geçişle izleriz. Orada intikamı alınması gereken yaralar yoktur, yaraları
sarma ihtimali olan yere kendini bırakma eğilimi vardır, orası da kuşkusuz ve
katıksız bir şekilde ait olunan yer, doğadır.
Sanatçı, toplumun eğilip
bükülebilen öz niteliğini ihlâl edip kırık parçalar halinde oraya buraya
savurmaya çalıştığı bedeni ait olduğu yere bırakmaya çalışır, oraya, doğaya.
Beden, performansta tüm çıplaklığıyla ve akışkanlığıyla buz gibi suların altında
da tir tir titrer, dişler kamaşır, deri büzüşür ama uğradığı her türlü dışarı
atılmadaki gibi donup kalan bir tepkisizliğe bürünmez. Çünkü doğa insandan daha
güçlü olsa bile Ben, bu akıştaki var olma yöneliminde ezici hiyerarşiler
olmadığı için bir tehlike hissetmez.
Nehre taşınan bedenin, suyun içinde
nefesi tuttuğu bir süre vardır. Beden suyun altında kalabildiği kadar nefessiz
kalıp taştıktan sonra canlılığını yeniden hatırlamak ister. Suyun içindeki
nefessiz kalma ve üşüme hali duyuları harekete geçirip varlığını bedene, beden
de Ben’e yeniden hatırlatmış olur. Ağaçların, suyun hışırtısının, kuşların
sesinin yaşamda kalmaya dair erekselliği gibi bir tepidir bu, ölme ihtimalini
sezdiği her anda dirilmeye çalışan bir tepidir.
Farz edelim ki ölse,
ölebilse, bir anda, tıp diye kesilip gitse bitse her şey, ne-na mümkün?
Eşref’in çalışmalarında sıklıkla karşılaştığımız bir diğer vurgu olan ölüm
olgusunu serginin 2. katında Ben’in ötesinde ‘’Ben bir başkasıdır’’ın
(Rimbaud’ya selam) berisinde açık giden gözlerden izleriz. Açık giden gözler,
yaşarken başkalaştırılanların öldükten sonra bile gözleri arkada kalan
başkalıklarıdır. Deneyimlenmemiş haliyle ölüm olgusu, yaşarken kişinin kendisine
de yabancıyken başkalaştırılan değil başkalığın ta kendisidir. Dolayısıyla
başkalaştırıldıkları için başka olanlar ölüme maruz bırakılanlardır. Onların da
gözleri açık gider, gözleri açık gidenlerin zayiatı yoktur.
Sanatçı bu
seferki yüzleşmede de zayi olmayan, yitip gitmeyenlerin sorumluluğunu Levinas
vari bir yaklaşımla başkasının çektiği acıdan habersiz olmayarak üstlenmeye
çalışır. Yitip gitmeyecek olanlar hiç kimselerin ölümleridir. Ölüm üçüncü sayfa
haberlerinde, bültenlerde aktarılış şekline göre her ne kadar nesneleştirilmeye,
araya karıştırılmaya, yitip gittiği zannedilenler unutturulmaya çalışılsa da
başka başka temsiliyetleriyle izleri kalacaktır. Hiç kimselerin ölümleri bu
bağlamda video ses, tek basımlık gazete, üç boyutlu salınım, resim ve sanatçının
çocukluk arkadaşı da olan örme eyleminden güç alarak aktarılmaya
çalışılır.
Toplumsal cinsiyet inşaları dolayısıyla nefretin ne demek
olduğunu bilmeden nefret edilmenin hissettirildiği çocuklar yalnızlığa mahkum
edilmekten kendileriyle baş başa kalmayı öğrenerek kurtulmaya çalışırlar. Bu
sığınma halinin farklı biçimleri vardır. Örgüyle olan karşılaşma da sanatçının
çocukluğundan itibaren oyuk olarak gidecek bir yer bulabildiği, sığındığı,
işteşlik kurdukça zamanla yamacına yerleşen ve sanatına da yansıyan bir oyalanma
sürecidir.
Dokuma öğrenildikçe iple kurulan aracılıkla her türlü dışarı
atılma ihtimalinden uzaklaşıldığı fark edilerek hayatta kalmanın başka bir formu
keşfedilmeye başlanır. Çünkü yalnızca nesneyle baş başa kalınarak kurulan o
andaki, şimdideki kuvveden fiile geçiş hali dimağı oyalayarak arındırır,
arındırdıkça dinlendirir. Nesne algıyı dizginler ama yine başkaları gibi ezici
bir hiyerarşiyle zarar vermez, özgürleştirir, dolayısıyla o anlık geçişteki
oyalanma süreci güvenli bir alandır.
Örme eyleminin kuvveden fiile
geçiş anından sonraki ortaya bırakılmışlıkta haliyle o andaki bağdan bir kopuş,
uzaklaşma vardır. Bu uzaklaşmada nesnenin nasıl açığa çıkarıldığı söylem
biçimini belirleyecektir. Sanatçı da örme eylemi bittikten sonra ortaya çıkan
yeni şeyi, başka bir sığınma biçimi olarak bellediği edebiyatla gün yüzüne
çıkarmaya çalışır. Çünkü edebiyat da varoluş sürecinde acıya ortak olan,
başkalarının acısına da ortak olabilmeyi öğreten bir sığınma biçimidir. Bu
paydaşlıkta Arkadaş Zekai Özger’in ‘’Bir Gün Sevişmeyi Bana’’ şiiri geniş bir
düzleme tam da oradayken işlenerek ‘’Yalnızlık Her Sabah’’ performansıyla
sergilenir.
Sevecen ve çığırtkan günün Arkadaş’ı yeni oyuna çağırdığı
gibi bir dirilme döngüsüdür bu, hiç kimselerin ölümleri ve geceden kalan hiçbir
şeyin yitip gitmeyeceği bir dirilme döngüsüdür.