Geceden Kalma Bir Şey

 


Bilsart, Eşref Yıldırım’ın 12 Mayıs – 24 Mayıs 2022 tarihleri arasında T. Melis Golar küratörlüğünde gerçekleşecek “Geceden Kalma Bir Şey” isimli sergisine ev sahipliği yapıyor. Sergi, sanatçının 2012 yılından bugüne kadar yaptığı çalışmalarından bir seçki sunuyor. Kişisel olanın politik olduğu vurgusuyla sanatçı, toplumsal olayların tarihi ile kişisel tarihinin kesiştiği ve birbirini etkilediği anları ele alıyor.


Bilsart’ın ilk katında sanatçının iç dünyasını yansıtan video yerleştirmeler ve örgü çalışmalar izleyiciyi karşılar. İkinci katta ise, sanatçının toplumsal olayları ele aldığı hepimizin hikâyesine davet ediliriz. Yapıtlar farklı medyumlar aracılığıyla bize; kaybettiklerimizi, toplumsal kırılganlıkları ve baş edilemez öfkeyi hatırlatır.


Kendimi Seviyorum videosunda Yıldırım, hissetmemiz gerekenler hakkında âhkam kesen, samimiyetsiz pozitifliğin karşısında, gündelik hayatında maruz kaldığı düşmanca söylemleri aynanın karşısında tekrar eder. Birbirine zıt iki önermeyi, hemen her gün deneyimleyen insanın benliğini içselleştirir. Sorunlu insan ilişkilerinin dağıttığı, yok ettiği ve hiçleştirdiği benlik ‘kendini sev’ cümleleri ile olumlanır. Sanatçı bu cümleleri ayna karşısında tekrar ederek, kendine dolaylı bir “şefkat” gösterir.


Akma Denemeleri videosunda sanatçı travma sonrası verilen tepkilerden biri olan donma halini doğada akan suların yönüne bedenini bırakarak ve suyun hareketlerini özümseyerek çözmeye çalışır. Donma halinden çözülmeye ancak bir aşk yardımıyla geçilebileceğini dile getiren şiirsel metin, sanatçının performatif videosuna eşlik eder.


Yıldırım’ın medyada sıklıkla yer alan zayiat haberlerini işlediği serginin üst katında izleyiciyi, kayıpların bir güce karşı teslimiyeti ve hayatın her alanında hüzünlü bir şekilde var olduğunu hatırlatan tuvaller karşılar. Kayıpların siyasi mekanizmaya direkt veya dolaylı bağları, yitirilenleri zaman içinde toplum nezdinde olağan kılar. Benzer tutum, Roboski’de öldürülen otuz dört kişinin gözlerinin örüldüğü göz bantlarından oluşan Takip çalışmasında da izlenebilir.

Davanın takipsizlik kararıyla sonuçlanması ve otuz dört canın adalet arayışının altını çizen yerleştirme, bu gözleri üstümüze dikerek, hak arayışının bitmeyeceğini ve üstümüzdeki vicdani yükün ağırlığını anımsatır.


Kayıpların sadece bir sayıdan ibaret olduğunu açığa vuran Bilanço videosu yaşanan felaketlerin giderek artan kayıpların çetelesini tutar. Kayıpların niteliksizleştirildiğine başka biçimde bir vurgu yapan çalışma ise sanatçının Hiç Kimsenin Ölümü sergisinin kataloğu olan; Gözden Geçirilmiş İkinci Baskı yayınıdır. Bilanço videosunun hüzünlü eşlikçisi olan yayın, bu kez üçüncü sayfadaki ölüm haberlerini odağına alır. Sanatçının haberlerde geçen kişileri portreleştirdiği seri, yayında haberlerin tekrar yorumlandığı bir dizgiyle karşımıza çıkar.


İkinci katta bulunan yitirilen tüm hayatların temsili, mekân boyunca izleyiciyi takip eden Kan İzi çalışmasıyla vücut bulur. Siyasi bir cinayetin üstünü kapatmaya çalışan otoriteyi, ‘Belkıs’ın saç örgüsünü’ büyük boyutlarda yaparak eleştiren Yıldırım, sergi boyunca izleyiciyi takip eden örgüyle zulmün yaşadığımız her anda olduğunu yineler.


Bireysel açmazlarla toplumsal sorunların bir özetini sunan “Geceden Kalma Bir Şey” sergisi Yıldırım’ın Yalnızlık Her Sabah performansı ile hem mekânı hem de serginin temasını bir paydada buluşturacak. Arkadaş Zekai Özger’in ‘Bir Gün Sevişmeyi Bana’ şiirinden bir bölümü performansı ile yeniden işleyecek olan sanatçı, tüm olumsuzluklara rağmen insanın yeni ve umutlu bir güne uyanışını, karanlıktan aydınlığa geçişi sergiye ve performansına yansıtır.


“Geceden Kalma Bir Şey” sergisi ve sanatçının gerçekleştirdiği Yalnızlık Her Sabah performansı Zilberman ve Bilsart iş birliği ve desteğiyle yapılmıştır. Performans videosunu izlemek için tıklayınız. 












Eşref Yıldırım, Geceden Kalma Bir Şey’e Dair


İnsanın kendini sevmesi başlı başına bir hakken başta toplumsal cinsiyet inşaları olmak üzere her türlü belirlenimci yapı önce benliğe kendini sevmemeyi, hatta kendinden tiksinmeyi öğretir, sonra da hakkı olan kendini sevmeyi bir lütuf olarak sunar. Bu lütufla ‘’kendini sevmek’’ bir tür dayatmaya dönüşeceği için benlik, inşa edilerek alıştırıldığı yerden değil, kırgınlığının varlığını unutturmak istemediği yerde kendini konumlandırır. Çünkü ‘’kendini sevmemek’’ kırdığı yerlerde öyle yaralar açar ki benlik, zamanla oradan başka sığınabilecek bir oyuk bulamaz. Neyi istemediğini bilme özgürlüğü gibi kendini sevmemek de benliğin panzehri misali bu iki yüzlü döngüde kırılganlığı bir direniş haline getirir. Bu direniş artık ‘’Kendini sev’’ dayatmasına karşıdır ve kendini sevmemek her türlü belirlenimci yaklaşımı aşıp, ‘’Velev ki Ben’im ve kendimi sevmiyorum’’ gibi Ben’in biricik haliyle var olma mücadelesine dönüşür.

Eşref Yıldırım’ın 12 Mayıs 2022’de Bilsart’ta açılacak olan ‘’Geceden Kalma Bir Şey’’ sergisinde yer alan ‘’Kendimi Seviyorum’’ adlı video çalışması da bu yakınlıkta durur. ‘’Kendini sev’’ lakırtısını performansta, ‘’Kendimi Seviyorum’’ cümle tekrarlarıyla izleriz. Tekrarlar ‘’Velev ki Ben’im ve kendimi sevmiyorum’’u var eden oynak bir ironiyle yansıtılır. Bu ironide ayna metaforuyla her türlü yersiz yurtsuz bırakmaya çalışışın karşısına geçilerek sert bir yüzleşme yaşanır. ‘’Kendini sev, Kendini sev, Kendini sev, Kendini sev!,….’’ aslında yıkıcı sonuçlarıyla süregelen tokatlamalardır. Kimi zaman bir anlığına bile aynaya bakarak varlığını hatırlamak istemeyen beden, bu yüzleşmedeki paflamayla duyularının belleğine de kazınmış olan yaraların intikamını almak ister.

Eşref’in çalışmalarında sıklıkla karşılaşabileceğimiz duyuların belleğini açığa çıkaran etkilerin bedene ve Ben’e yansımasını yine ilk katta yer alan ‘’Akma Denemeleri’’ çalışmasında daha sakin bir geçişle izleriz. Orada intikamı alınması gereken yaralar yoktur, yaraları sarma ihtimali olan yere kendini bırakma eğilimi vardır, orası da kuşkusuz ve katıksız bir şekilde ait olunan yer, doğadır.

Sanatçı, toplumun eğilip bükülebilen öz niteliğini ihlâl edip kırık parçalar halinde oraya buraya savurmaya çalıştığı bedeni ait olduğu yere bırakmaya çalışır, oraya, doğaya. Beden, performansta tüm çıplaklığıyla ve akışkanlığıyla buz gibi suların altında da tir tir titrer, dişler kamaşır, deri büzüşür ama uğradığı her türlü dışarı atılmadaki gibi donup kalan bir tepkisizliğe bürünmez. Çünkü doğa insandan daha güçlü olsa bile Ben, bu akıştaki var olma yöneliminde ezici hiyerarşiler olmadığı için bir tehlike hissetmez.

Nehre taşınan bedenin, suyun içinde nefesi tuttuğu bir süre vardır. Beden suyun altında kalabildiği kadar nefessiz kalıp taştıktan sonra canlılığını yeniden hatırlamak ister. Suyun içindeki nefessiz kalma ve üşüme hali duyuları harekete geçirip varlığını bedene, beden de Ben’e yeniden hatırlatmış olur. Ağaçların, suyun hışırtısının, kuşların sesinin yaşamda kalmaya dair erekselliği gibi bir tepidir bu, ölme ihtimalini sezdiği her anda dirilmeye çalışan bir tepidir.

Farz edelim ki ölse, ölebilse, bir anda, tıp diye kesilip gitse bitse her şey, ne-na mümkün?

Eşref’in çalışmalarında sıklıkla karşılaştığımız bir diğer vurgu olan ölüm olgusunu serginin 2. katında Ben’in ötesinde ‘’Ben bir başkasıdır’’ın (Rimbaud’ya selam) berisinde açık giden gözlerden izleriz. Açık giden gözler, yaşarken başkalaştırılanların öldükten sonra bile gözleri arkada kalan başkalıklarıdır. Deneyimlenmemiş haliyle ölüm olgusu, yaşarken kişinin kendisine de yabancıyken başkalaştırılan değil başkalığın ta kendisidir. Dolayısıyla başkalaştırıldıkları için başka olanlar ölüme maruz bırakılanlardır. Onların da gözleri açık gider, gözleri açık gidenlerin zayiatı yoktur.

Sanatçı bu seferki yüzleşmede de zayi olmayan, yitip gitmeyenlerin sorumluluğunu Levinas vari bir yaklaşımla başkasının çektiği acıdan habersiz olmayarak üstlenmeye çalışır. Yitip gitmeyecek olanlar hiç kimselerin ölümleridir. Ölüm üçüncü sayfa haberlerinde, bültenlerde aktarılış şekline göre her ne kadar nesneleştirilmeye, araya karıştırılmaya, yitip gittiği zannedilenler unutturulmaya çalışılsa da başka başka temsiliyetleriyle izleri kalacaktır. Hiç kimselerin ölümleri bu bağlamda video ses, tek basımlık gazete, üç boyutlu salınım, resim ve sanatçının çocukluk arkadaşı da olan örme eyleminden güç alarak aktarılmaya çalışılır.

Toplumsal cinsiyet inşaları dolayısıyla nefretin ne demek olduğunu bilmeden nefret edilmenin hissettirildiği çocuklar yalnızlığa mahkum edilmekten kendileriyle baş başa kalmayı öğrenerek kurtulmaya çalışırlar. Bu sığınma halinin farklı biçimleri vardır. Örgüyle olan karşılaşma da sanatçının çocukluğundan itibaren oyuk olarak gidecek bir yer bulabildiği, sığındığı, işteşlik kurdukça zamanla yamacına yerleşen ve sanatına da yansıyan bir oyalanma sürecidir.

Dokuma öğrenildikçe iple kurulan aracılıkla her türlü dışarı atılma ihtimalinden uzaklaşıldığı fark edilerek hayatta kalmanın başka bir formu keşfedilmeye başlanır. Çünkü yalnızca nesneyle baş başa kalınarak kurulan o andaki, şimdideki kuvveden fiile geçiş hali dimağı oyalayarak arındırır, arındırdıkça dinlendirir. Nesne algıyı dizginler ama yine başkaları gibi ezici bir hiyerarşiyle zarar vermez, özgürleştirir, dolayısıyla o anlık geçişteki oyalanma süreci güvenli bir alandır.

Örme eyleminin kuvveden fiile geçiş anından sonraki ortaya bırakılmışlıkta haliyle o andaki bağdan bir kopuş, uzaklaşma vardır. Bu uzaklaşmada nesnenin nasıl açığa çıkarıldığı söylem biçimini belirleyecektir. Sanatçı da örme eylemi bittikten sonra ortaya çıkan yeni şeyi, başka bir sığınma biçimi olarak bellediği edebiyatla gün yüzüne çıkarmaya çalışır. Çünkü edebiyat da varoluş sürecinde acıya ortak olan, başkalarının acısına da ortak olabilmeyi öğreten bir sığınma biçimidir. Bu paydaşlıkta Arkadaş Zekai Özger’in ‘’Bir Gün Sevişmeyi Bana’’ şiiri geniş bir düzleme tam da oradayken işlenerek ‘’Yalnızlık Her Sabah’’ performansıyla sergilenir.

Sevecen ve çığırtkan günün Arkadaş’ı yeni oyuna çağırdığı gibi bir dirilme döngüsüdür bu, hiç kimselerin ölümleri ve geceden kalan hiçbir şeyin yitip gitmeyeceği bir dirilme döngüsüdür. 

Güney Güneri




Fotoğraflar: Kayhan Kaygusuz