Queer Sanatçılara İlham Veren İsimler, Argonotlar
Atanmış, dayatılmış olandan çıkmak için yapılan diğer seçimler gibi kendi ismini de seçmenin bugün queerler arasında ne kadar yaygın olduğunu görüyoruz, Arkadaş Z. Özger bunu çok önceleri yapmış, kendisine Arkadaş ismini koymuş. 60’ların ağır politik ortamında, sadece toplumcu şiirlerin yazıldığı sosyalist çevrelerde, çok da zamana uygun düşmeyen ama bugünden bakınca ne kadar politik olduğunu görebildiğimiz şiirler yazmış. Aşktan, bedeninden, sevişmekten, yalnızlıktan bahsetmiş. “siz inanmayın bir gün değişir elbet / güneşe ve penise tapan rüzgârın yönü”, “pencereyi kapama / gök dolabilir içeri”, “bir gün elbette / zeki müreni seveceksiniz / (zeki müreni seviniz)” gibi günümüzde çok paylaşılan dizelerin şairidir.
Arkadaş, henüz hayal ettiği ilk kitabı “Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası”nın basıldığını göremeden, daha 25 yaşındayken bir kaldırımda ölü bulundu. Otopsi raporuna beyin kanaması sonucu öldüğü yazıldı. Ölümünden iki yıl önce yaşadığı öğrenci yurduna polis gözetimindeki faşistler tarafından yapılan saldırıda aldığı darbelerin buna neden olduğu düşünülüyor. Bu baskını anlattığı bir şiiri de var.
2020 yılında, pandeminin başladığı aylarda, devam eden şairler serim için Arkadaş’ı çalışmaya karar vermiştim, şiirlerine bakıyordum. Muhtemelen daha önce de okuduğum bir şiir olmasına rağmen “Bir gün sevişmeyi bana” şiirindeki “yalnızlık her sabah öldürüyor beni” dizesinin beni vurması o sıralarda oldu, tam da o hâldeydim çünkü.
“çözerek gecenin ipliğini hışımla / hüznümü ve yalnızlığımı sarıyorum sabaha” dizelerinden de hareketle şiirin bir bölümünü örmeye karar verdim. O zamana kadar yaptığım en büyük örgüydü, pandeminin de etkisiyle o öldürücü yalnızlıkla daha fazla hemhâl olduğumuz günlerde, günlerce gecelerce durmadan ördüm. Kendi var oluşunu gerçekleştirme olanakları çok sınırlanmış ve zaten yaşamasına dahi izin verilmemiş, ölümünden sonraki uzun yıllarda çok az kişinin okuduğu, andığı bir şaire selam göndermek, borç ödemek gibiydi bu, yıllar önce yazdıkları benim ve daha birçok insanın bugün hissettiklerine karşılık geliyordu.
O büyük örgü bittikten sonra ben o şiirle yaşamaya devam ettim, özellikle uyandığımda tavana bakarken “yalnızlık her sabah öldürüyor beni” dizesi aklımda oluyordu. Oralardan giderek başka bir performans çıktı ortaya.
“kandan ve ceninden bir gün daha başlarken”, bütün o karamsarlığın içinde hâlâ yeni günün, “o sevecen çığırtkan”ın vadettiği oyundan bir umut devşirmek, gelecek o “bir gün”ü beklemek sanırım benim bütün hayatıma yayılmış bir hâli de anlatıyordu. “Merhaba Canım” belgeselini izlediğinizde Arkadaş’ın o zamanlar içinde yaşadığı sosyalist edebiyatçı çevrenin ne kadar homofobik olduğunu, ne kadar büyük bir baskı altında yaşamak zorunda kaldığını daha iyi anlıyorsunuz. Taşrada doğup büyümüş, çocukluğunu ve gençliğini internet öncesi devirde yaşamış ve sosyal becerileri gelişmemiş biri olarak ben de gelecek o bir günü beklemiştim hep, şiirle kurduğum bağın bir nedeni bu olmalı. Bir yandan da bütün bu karanlık zamanlarda, yıllarca ölümle, kıyımla, katliamla, tutulamamış yaslar, gerçekleşmeyen adaletle meşgul olduktan sonra yaşama duyduğum açlığın daha baskın olmaya başlamasıyla ilgiliydi. Yalnızlıktan ölürken yaşama da karışmaya çalışıyordum.